Tarifi
Vurmak, yol kat etmek, yolculuk yapmak manasındaki darb kökünden gelen mudarebe, İslam hukukunda karşılıklı kâr paylaşımına dayalı emek-sermaye ortaklığına denir. İslam’dan önce de var olan bu ortaklık sistemi, İslam’ın ilk devirlerden itibaren devam ede gelmiş bereketli bir kazanç kaynağıdır. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle dediği rivayet olunmuştur:
ثَلاَثٌ فِيهِنَّ الْبَرَكَةُ الْبَيْعُ إِلَى أَجَلٍ وَالْمُقَارَضَةُ وَأَخْلاَطُ الْبُرِّ بِالشَّعِيرِ لِلْبَيْتِ لاَلِلْبَيْعِ
“Üç şeyde bereket vardır: Vadeli satış, mukâraza (mudarebe) ve satmak için değil de evde yemek için buğdayla arpayı karıştırmak.”[1] Medine ehli bu ortaklığa mukâraza veya kırâz derken, Irak uleması mudarebe lafzını kullanmayı tercih etmiştir. Çünkü bu ifade Kur’an’a daha muvafıktır.[2] Mudarebe, faize bir alternatif olarak, bugün meşru olan hemen her alanda kullanılmaya müsait bir ortaklık şeklidir ve dinimizce teşvik edilmiştir.
Mudarebenin Çeşitleri
Mudarebe, mutlak ve mukayyet olarak ikiye ayrılır.
Mutlak mudarebe
Herhangi bir şartın koşulmadığı mudarebedir. Sadece sermaye ve kâr oranı belirlenir. Şart koşulmadığında örfte veya normal bir ticarette neler yapılıyorsa onlar yapılır. Normalin dışındaki muamelelerde sermaye sahibinin izni gerekmektedir.
Mukayyet mudarebe
Sermaye ve kâr oranının belirlenmesinin dışında bazı şartların da söz konusu olduğu mudarebe çeşididir. İşletmeci, sermaye sahibi tarafından belirlenen şartlara uymak zorundadır. Şartlara uymazsa zararı ödemekle mesuldür. Sermaye sahibinin ileri sürdüğü şartların, mudarebenin yararına, kâr elde etmeye yönelik ve tabiî ki meşru olması şarttır. Mesela belirli bir yerde, belirli şahıslarla, belirli bir sahada, belirli süreye kadar ticaret yapmasını şart koşabilir. Koşulan şartlara uymayan işletmeci, zararı öder.[3]
Mudârebenin Unsurları ve İşleyiş Şekli
Mudarebede dört ana unsur vardır.
1- Sermayedar (rabbü’l-mâl).
2- İşletmeci (yatırımcı, mudarib, âmil, emekçi).
3- Sermaye.
4- İş.
Elinde sermayesi olan fakat bunu işletme imkânı bulamayan bir şahıs, piyasayı bilen, becerikli, dürüst fakat sermayesi olmayan bir başka şahsa ya da şirkete elindeki sermayesini ticaret yapmak üzere verir. Kâr oranı ve şartları belli edilerek bir anlaşma imzalanır. Anlaşma bir kâr ortaklığı olduğu için işletmeci, meşru çerçevede kalmak ve baştaki şartlara uymak kaydıyla bütün gayretini ve kabiliyetini ortaya koyarak bu parayla tasarruflarda bulunur. Bu haliyle o, sermaye sahibinin vekili olur. Kâr ederse kârda ortak olurlar. Zarar ederse, bu zarar tamamen sermaye sahibine aittir. İşletmecinin zararı ise, emek ve zaman kaybıdır. Mesela, sermaye sahibi 100.000 TL’yi işletmeciye verir. Bununla mutlak manada ticaret yapmasını ya da kayıtlar koyarak inşaat malzemeleri alıp satmasını ister. Kârın % 30’u işletmeciye, % 70’i kendisine olmak üzere anlaşırlar. Mesela sermaye sahibi “ben 20.000 TL kâr istiyorum” diye kesin bir rakam veremez. Verirse, anlaşma iptal olur. Sermayeyi alan işletmeci, belirlenen şartlar içerisinde ticaret yapar. Çalışmaya başladıktan sonra eğer anlaşma feshedilecek olursa, ortaklık fasit bir kiralamaya (icâreye) dönüşür. Bu durumda işletmeci, kiralanmış bir işçi konumunda olduğundan dolayı, ecr-i misille (takdirî olarak) işçilik ücreti alır. İşletmeci, anlaşmaya muhalefet ederek, sermayeyi keyfince harcarsa ya da gereken özeni göstermeyip sermayenin zayi olmasına sebebiyet verirse, zayi olan kısmı tazmin eder. Zira bu durumda parayı gasbeden konumunda sayılır.[4] Sermaye işletmecinin elinde bir emanet olduğundan dolayı, eğer kusuru olmadan elinde zayi olursa, tazmin gerekmez. Yatırımcı olan sermaye sahibi, kârı tamamen işletmeciye bağışlarsa, bu bir karz-ı hasen (ödünç) olur. Kârın tamamen yatırımcıya ait olması şart koşulduğunda ise bu bir ibda’ anlaşması haline gelir.[5]
Hükmü ve Delilleri
Mudarebe ortaklığı, taşıdığı özellik ve unsurlar açısından vekâlet anlaşması olduğundan dolayı vekâlet gibi o da caizdir.[6]Caizliği Kur’an, sünnet ve icma ile sabittir.
Kur’an’dan delilleri
İslam Hukukçuları, Müzzemmil Sûresinin 20. ayetindeki
وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللَّهِ
“Kimileri Allah’ın lütfundan nasiplerini aramak için yol tepecek, dünyanın çeşitli yerlerinde dolaşacaklardır.” ifadesini mudarebe ortaklığının bir delili olarak görmüşler ve işletmeci kişinin, kendisine sermaye olarak verilen parayla iş yapıp kazanç elde edebilmek için adeta yol teptiğini söylemişlerdir. Vakıa bu ayette açıktan bir ortaklıktan ziyade normal şekildeki bir alışveriş ve ticaretten söz edilmektedir. Bununla beraber, işletmecinin halini anlatan “yol teperler” ve “Allah’ın lütfundan ararlar” ifadelerinden dolayı mudarebeyle irtibatı kurulmaktadır.[7]
Mudarebeye dair Kur’an’dan getirilen ikinci delil Cuma Sûresinin 10. ayetindeki
فَانْتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللَّهِ
“Yeryüzüne yayılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın!”beyanıdır. Bu ifade de yine işletmecinin halini anlatmaktadır.
Bir diğer delil ise,
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ
“Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar talep etmenizde size bir yoktur.”[8] âyetidir. Dikkat edilecek olursa bu üç ayette ortak konu, yeryüzünde rızkın aranmasıdır. Bu aramayı herkes aynı seviyede yapamayacağına göre, herkes imkânlarını bir araya getirerek ortak rızık arayışına gireceklerdir. Böylece mudarebe ortaklığının Kur’an’daki delilleri, ilgili ayetlerdeki “rızık arama” kavramından çıkarılmış olmaktadır.
Mudarebeye delil olarak dolaylı yollardan ileri sürülen bir başka ayet de Bakara Sûresi’nin 220. ayetidir. Bu ayette yetimlerin mallarının değerlendirilmesinden bahsedilirken
قُلْ إِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌ
“De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.” ifadesiyle, her türlü helal tasarrufa kapı açılmış bulunmakta, mudarebe de bunlardan biri olmaktadır. Zira yetimin malı alınıp veli tarafından işletilecek ve kârı aralarında pay edilecektir.[9] Yetimin malını alıp işletme, aynı zamanda mudarebe konusundaki icmaya da zemin oluşturan yaygın bir uygulamadır.[10]
Sünnetten delilleri
Mudarebenin sünnetteki delillerine gelince: Hazreti Abbas b. Abdülmuttalib (r.a), bir malı mudarebe usulüyle bir şahsa (işletmeciye) vermiş, ona malını deniz yoluyla götürmemesini, bir vadide konaklamamasını, canlı hayvan satın almamasını, eğer bunları yaparsa malını tazmin etmesi gerektiğini şart koşmuştur. Daha sonra mesele Allah Resulü’ne iletildiğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu şartları istihsan buyurmuştur.[11] Ayrıca, Hazreti Ömer’in (r.a) oğulları Abdullah ile Ubeydullah’ın (r.a) Basra valisinden devlete ait bir malı alarak bununla ticaret yapmaları, anaparayla kârın yarısını Medine’de devlet hazinesine teslim etmeleri, yarısını da kendilerine almaları, dönemin devlet başkanı Hazreti Ömer ve sahabe tarafından kabul edilmiştir.[12]
Ayrıca Allah Resulü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadis rivayet edilmiştir:
تِسْعَةُ أَعْشَارِ الرِّزْقِ فِي التِّجَارَةِ وَالْعُشُرُ فيِ الْمَوَاشِي
“Rızkın onda dokuzu ticarettedir, geri kalan onda biri de hayvanlardadır.”[13]
İcma
Mudarebenin câizliği, icma ile de sabittir. Zira sahabeden Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Abbas, Hazreti Abdullah b. Mesud, Hazreti Abdullah b. Ömer, Hazreti Ubeydullah b. Ömer, Hazreti Aişe (radıyallahu anhüm) mudarebeyle alakalı rivayetler ve uygulamalarda bulunmuşlar, sahabeden bu rivayet ve uygulamalara karşı çıkan da olmamıştır. Daha sonraki asırlarda da mudarebe ortaklığı uygulanmış ve karşı çıkan olmamıştır.[14] Yukarıda da ifade edildiği gibi, yetimlerin mallarını alıp işletme örnekleri de, mudarebe hakkında icma oluşmasına yardım etmiştir.
İşin kıyas yönüne gelince, İslam’ın meşru gördüğü bu ortaklık aynı zamanda hayatın zaruretlerinden biridir. Zira kimi insanların parası vardır fakat bunu işletecek bilgiye, tecrübeye sahip değildir. Kimilerinin bilgi ve tecrübesi vardır ancak onların da sermayeleri yoktur. İşte ayrı ayrı bu iki birikime sahip olan insanlar, imkânlarını bir araya getirerek iş yaparlar ve böylece hem kendileri kazanır hem başkalarına kazandırır hem de toplumda istihdam alanı oluştururlar.[15] Dolayısıyla işsizliğe çözümün en kestirme yollarından birisi de mudarebe ortaklığıdır.
Mudarebenin Rüknü, Şartları ve Özellikleri
Hanefilere göre mudarebenin rüknü, icap ve kabuldür.[16] Diğer mezheplere göre, icap ve kabulün yanında, sermayenin, kâr oranının ve tarafların belirlenmesi de birer rükündür.[17]
İcap-Kabul: Taraflardan birinin iş teklifinde bulunması, diğerinin de buna olumlu cevap vermesidir. İcap ve kabul, irade beyanıyla olmalıdır. Tavır ve halle anlaşma yapılması, tartışmalı bir mevzudur. İcap ve kabulün, mudarebe lafzıyla yapılması şart değildir. Başka lafızlarla da anlaşma yapılabilir. Çünkü akitlerde, lafza değil manaya itibar edilir.[18] Önemli olan, mudarebenin mahiyetini aksettiren lafızlarla, yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde akit yapmaktır. Bu mevzuda örfte olan uygulamalar varsa onlar da geçerlidir.
Mudarebenin şartlarını ise şu şekilde izah edebiliriz:
Taraflar: Tarafların tam eda ehliyetine sahip olması şarttır.[19] Yani taraflar, akıllı, ergen, fayda ve zararı birbirinden ayırabilen kişiler olmalıdırlar. Bu sebepledir ki, mümeyyiz çocukla temyiz ve idrakini kaybetmemiş olan bunak kimsenin tam eda ehliyetleri bulunmadığından, bunların şirkete ortak olmaları velilerinin iznine tâbidir. Dengesiz ve faydasız harcamalarından dolayı kendisine hacr konmuş kişiler, mudarebede taraf olamazlar. Şafiilere göre bunlar, sadece sermayedar olabilirler.
Zimmîlerle Müslümanlar arasında mudarebe caizdir. Aynı şekilde pasaportla (eman alarak) Müslüman memlekette yaşayan harbilerle mudarebe yapmak da caiz görülmektedir.[20] Bununla beraber, dinimizce meşru görülmeyen şeyleri alıp satması, yine meşru olmayan bazı uygulamalara girmesi ihtimaline binaen bir gayrimüslimle mudarebe yapılması mekruh görülmüştür.[21]
Sermayenin belli olması: Sermayenin, hazır ve nakit para olması, bunun da miktar, cins ve vasfının belli olması gerekir. Mal, mudarebede sermaye olarak kabul edilmemektedir. Ancak, işletmeci sermaye sahibinin malını alır da paraya çevirirse, paraya çevirdiği andan itibaren mudarebenin geçerli olması şartıyla anlaşabilirler.[22] Malikî ve Şafiiler ise belirsizlik doğuracağından dolayı, mal ile mudarebe yapılmasını kabul etmemişlerdir.[23] İmam Evzaî, İbn Ebî Leylâ gibi bazı imamlar ise, buğday, pirinç, demir gibi standart malların da mudarebe konusu olacağını bildirmişlerdir. Ayrıca menfaat, mal sayılmadığından ve elde bulunmadığından dolayı mudarebeye konu olamaz.
Kâr oranının belli olması: Kâr, oran olarak baştan belirlenmelidir.[24] Ancak kârın miktar (maktu’) olarak belirlenmesi mudarebeyi fasit kılar. Kâr, iki taraf arasında bölüşüldüğü halde zarar tamamen sermaye sahibine aittir. Sermaye sahibi, zararın da ortak olmasını şart koşarsa, bu şart geçersizdir fakat anlaşma devam eder.[25] İşletmecinin kazancının, sadece oluşan kârdan verilmesi gerekir. Sermayeden verilmesi şartı, mudarebeyi fasit kılar.[26] Zira mudarebe, kârın paylaşılması üzerine kurulan bir ortaklıktır.
İş, amel: Mudarebe sermayesinin sadece ticarette kullanılması, ticarete konu olan şeyin de meşru olması şarttır. Dolayısıyla İslam’da haram kılınan alkol ve domuz eti gibi şeylerin ticareti caiz değildir. Ancak bazı fakihler, ticaretin yanında istısna akdinin de mudarebe sermayesiyle beraber yapılabileceği kanaatindedirler. Yani işletmecinin, sermayeyi, bir malın imal edilmesi için de harcayabileceğini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla onlara göre mudarebe sermayesi sadece ticarete değil üretime de sarf edilebilir.[27]
Zamanın gereği olarak ortaya çıkan zaruretler, yatırımcıları, ticaretin dışında yatırım ve üretim yapmaya zorlayabilmektedir. Bu sebeple günümüzde bir işletmecinin, sermayeyi meşru dairede kâr elde etmeye yönelik olarak bazı yatırımlarda ve üretimlerde kullanması, zaruretin bir neticesi olarak değerlendirilmelidir.
Sermayedârın ve işletmecinin keyfî davranmaması: Eğer mutlak mudarebe anlaşması yapılmışsa, işletmeci ticarette geçerli olan örfe göre ve ortaklığı zarara uğratmayacak şekilde hareket etmelidir. Eğer riskli işleri yapmak isterse, sermaye sahibinden özel izin almalıdır. Mudarebe mukayyet olarak imzalanmışsa, işletmeci, sözleşmede geçerli şartlara göre davranmalıdır. Aksi bir muamelede bulunur da zarar ederse, zararı tazmin etme sorumluluğu vardır. İşletmeci, iş sırasında kendi tercihine binaen yaptığı şahsi harcamalarını kendisi karşılar. yani bu harcamaları dönem sonunda alacağı kârdan düşer. Şirket adına yaptığı masrafları ise şirkete yükler. Sermayenin üstünde borçlanmaya gireceği veya karşı tarafa teberruda bulunacağı vs. durumlarda, işletmecinin sermaye sahibinden izin alması gerekir. Sermaye sahibi (yatırımcı, rabbü’l-mâl), iş bitip de kar paylaşılmadan önce, işletmeciden izin almadan sermayeden avans kullanacak olursa ortaklık iptal olur. Şafiilere göre ise, eğer işletmeciden izinsiz avans almışsa bu, sermayeden düşülmek şartıyla caizdir.[28]
Ortaklığın bitmesi: Ortaklığın bitmesi ya fesh ile ya da infisah ile olur. Fesh, tarafların kendi iradeleriyle, infisah ise, tarafların iradelerinin dışında bir sebeple ortaklığın bozulmasıdır. Mudarebe akdi, iki taraf açısından da bağlayıcı olmayan (gayr-i lâzım) bir akittir. Bu sebeple tek taraflı olarak fesh edilebilir. Ancak feshin geçerli olması için karşı tarafın bundan haberdar olması gerekir.[29]Bu husus, anlaşmanın ruhuna en uygun olanıdır. Şafiiler ise, diğer tarafın öğrenmiş olmasını şart görmezler.
İnfisaha gelince, sermayenin tamamen telef olması, zaman şart koşulmuşsa zamanın bitmesi, taraflardan birinin ölümü, taraflardaki eda ehliyetinin kaybolması gibi durumlarda anlaşma kendiliğinden biter. Tarafların ölümü durumunda mirasçılar devreye girer. Anlaşmazlık ya da güvensizlik söz konusu olursa, mahkeme bilirkişi tayin eder.
Mudarebe ve Faizsiz Bankacılık
İslam dünyasında ve ülkemizdeki faizsiz bankaların temelini, mudarebe ortaklığına dayalı tecrübeler oluşturmaktadır. Zira asırlardır, elindeki sermayesiyle iş yapmak isteyen insanların bunu bir işletmeciye vererek helal kazanç elde etmesi şeklinde uygulana gelen sistem, bugün piyasaya uygun şekilde ve daha geniş çapta faizsiz bankalar tarafından kullanılmaktadır. Vakıa bugün bir kısım prosedürlerden dolayı murabaha sistemi daha çok kullanılsa da, şartlar uygun hale getirildiğinde mudarebe, insanlığın selameti adına daha uygun bir ortaklık olarak yerini alacaktır. Zira mudarebe, sermayesi ister küçük olsun ister büyük, bütün insanların ticaret yapması, bir şirkete ortak olması ve kâr elde etmesi esasına dayanır. Buradan hareketle mudarebeyle piyasanın fevkalade şekilde hareketleneceği tabiîdir. Ticaretle hareketlenmiş bir piyasa ise ülke ekonomisi için büyük bir ilerleme ve kalkınma vesilesidir. Netice itibariyle hem fertler kazanacak hem de devlet kalkınacaktır. Mudarebe, bugün faizsiz bankacılığın ruhuna daha uygundur, dolayısıyla faizsiz bankalar bu ortaklık çeşidine daha çok ağırlık vermelidir.
Faizsiz bankanın mudarebe işlemlerinde üç ana taraf vardır: 1- Sermaye sahibi ( mûdi’) 2- İşletmeci, mudarip, yani banka 3- İkinci işletmeci.
Faizsiz banka, sermaye sahiplerinin yatırmış olduğu paraları alır ve büyük bir sermaye haline getirir. Bu sermayeyi ister kendisi doğrudan kullanır isterse ikinci bir işletmeci bularak ona kullandırır. İkisinde de mudarebe kurallarına uygun hareket edilmelidir.
Netice
Bir emek-sermaye ortaklığı olan mudarebe, dinimizce meşru görülmüş ve helal bir kazanç kapısı olarak teşvik edilmiştir. Aynı zamanda mudarebe, faiz için de önemli bir alternatiftir. Faizde paradan para kazanma söz konusuyken, mudarebede, parayla ticaret yapılmaktadır. Ticaret ise rızkın büyük bir kısmını teşkil etmektedir.
Mudarebe, bugün Müslümanlar için bir ihtiyaç hatta bir zarurettir. Zira insanlık, artık kölelik devrini bitirmiştir. Yakında işçilik dönemini de sona erdirecek ve herkes bir işin/işletmenin ortağı ya da sahibi olmak isteyecektir. Bir işin tek başına sahibi olmak, kolay olmamaktadır. Bu durumda geriye ortaklık alternatifi kalmaktadır. İşte bu noktada insanların ellerindeki küçük sermayeleri birleştirerek bir işin ortağı olmaya doğru gitmeleri kaçınılmazdır. İslam bu ihtiyacı daha baştan belirlemiş ve müntesiplerini oraya doğru sevk etmiştir. ancak her sermaye sahibi, parasını işletememekte, her işletme de sermaye bulamamaktadır. Bu durum insanların ortaklık yapıp sermaye ve emeklerini birleştirmeleri zaruri hale gelmektedir.
Bugün elinde az veya çok sermayesi olan kimseler, faizsiz bankalar aracılığı ile çeşitli sahalarda ortaklıklara girmektedir. Fiiliyatta bu, sermaye sahiplerinin katılım bankalarında katılım hesabı açtırmasıyla başlamakta, katılım bankasının bu sermayeleri çeşitli ortaklıklarda işletmesiyle devam etmektedir. Elde edilen kâr, belli periyotlarla, ortak olan müşterilere yansıtılmaktadır.
[1] İbnMâce, Ticarât 65.
[2] Ebu Yusuf, Kitabu’l-harâc, c. 1, s. 88; Serahsi, el-Mebsut, c. 22, s. 18.
[3] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 10; el-Fetava’l-Hindiyye, c. 4, s. 297.
[4] Serahsi, el-Mebsut, c. 22, s. 19.
[5] Bu cümleden de anlaşıldığı gibi ibda’ (ابضاع) , kârın tamamen yatırımcıya ait olması şeklinde yapılan bir akittir. Bu akit genelde, akrabalar veya yakın dostlar arasında Allah rızası için yapılabilecek bir şeydir. Mesela babası, oğlunun sermayesini alarak işletir ve sonunda sermayeyi de kârı da oğluna verir. Maksadı, tamamen Allah rızası ve oğlunun menfaatidir.
[6] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’ fî tertibi’ş-şerai’, Daru’l-hadis, Kahire 2005, c. 8, s. 8.
[7] Kurtubi, el-Camiu liahkâmi’l-Kur’an, c. 3, s. 63; c. 19, s. 55-56; Serahsi, el-Mebsut, c. 22, s. 18.
[8] Bakara Suresi, 2/198.
[9] Cessas, Ebu Bekir Ahmed er-Razi, (v. 370 h.) Daru’l-fikr, Beyrut 1993, Ahkâmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 452.
[10] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 8.
[11] Beyhaki, es-Sünenü’l-kübra, c. 6, s. 111 (11945); Kâsânî, Bedâi’, c. 8, s. 7.
[12] Malik b. Enes, el-Muvatta, c. 4, s. 992.
[13] Münavi, Feyzü’l-Kadir Şerhu Camiu’s-sağîr, Mektebetü Nezzar Mustafa el-Bâz, Mekke 1998, c. 5, s. 2675.
[14] Serahsi, el-Mebsut, c. 18, s. 18-19; Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 8.
[15] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s.8.
[16] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 9; Mecelle, md:101-102.
[17] Cengiz Kallek, “Mudarebe”, DİA, c. 30, s. 361.
[18] Mecelle, md: 3.
[19] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s.14.
[20] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 14.
[21] Serahsi, el-Mebsut, c. 22, s. 125.
[22] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’,c. 8, s. 16; Ali Haydar, Dürarü’l-hükkâm, c. 3, s. 722.
[23] Sahnûn, el-Müdevvenetü’l-kübra,Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, c. 3, s. 629; Nevevî, el-Mecmû’şerhu’l-mühezzeb, c. 14, s. 363.
[24] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’,c. 8, s. 17; Ali Haydar, Dürarü’l-hükkam, c. 3, s. 726.
[25] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 11.
[26] İbnNüceym, el-Bahru’r-râik, c. 7, s. 264.
[27] Bkz: Cengiz Kallek, “Mudarebe”, DİA, c. 30, s. 361.
[28] Cengiz Kallek, “Mudarebe”, DİA, c. 30, s. 361-362.
[29] Kâsânî, Bedaiu’s-sanâi’, c. 8, s. 89.
Kaynak: hikmet.net