Bankacılık sektörü kâr oranları en sıkı şekilde kontrol altında tutulan sektörlerden biridir.
Bankalar kendi kâr oranlarını keyfî bir şekilde belirleyemezler. Örneğin bir müteahhit yaptığı konutların maliyeti ne olursa olsun kârını istediği gibi belirleyebilir.
Piyasayı aşmadığı müddetçe aldatma olmayacağından dinen kârı da meşrû sayılır.
Örneğin 60.000 TL’ye malettiği bir daireyi peşin bedelle 130.000 TL’ye satabilir.
Halbuki katılım bankaları 60.000 TL’ye satın aldıkları bir daireyi ancak 120 ay vâdede 130.000 TL’ye satabilirler.
Merkez Bankası enflasyon, para ve fâiz politikası gereği fâiz oranlarını belirler.
Bankacılık sektörünün ana hakimleri olan ve sektörün % 95’ine hükmeden fâizli bankalar bu oranları dikkate alarak kendi fâiz oranlarını tespit ederler.
Bugün itibariyle bankacılık sektörünün ancak % 5’ine hükmeden katılım bankaları ister istemez fâizli bankaların kredi fâiz oranlarını göz önünde tutmak zorundadırlar. Zira piyasa Merkez Bankası ve diğer fâizli bankalar tarafından belirlenmektedir.
Kâr oranının fâiz oranları baz alınarak belirlenmesi (belirlenmek zorunda kalınması) yapılan murâbahaları fâizli krediye çevirmez. Çünkü fâizli kredi ve murâbaha işlem olarak farklıdır.
Bu noktada belirtmek gerekir ki katılım bankacılığının en iyi yapılacağı yer Merkez Bankası’nın fâiz oranı belirlemediği ve şirketlerin birbirine güvenip ortaklık kurabildiği yerdir.
Kaynak: Sorularla Katılım Bankacılığı/Doç. Dr. İshak Emin AKTEPE/TKBB Yayın No: 5